Sen bir yaprak sanırsın takvimden koparılan sayfayı, ben ömürden düşen bir gün. Kime hüzün vermez ki, son yaprağı koparırken duvarda öksüz bir çocuğu andıran boş kartonu izlemek. Edebiyattan farksız aslında yaşamak. Yersiz bir koşturmaca, erteleme, hatalarımızla yüzleşmekten korktuğumuz için hep bir kaçış. İnanmak istediklerimiz yoruyor, zihnimiz bir karmaşa içerisinde. Sararmış, tarihi geçmiş takvim yaprakları kuruyup uçlarından kıvrılıyor, bir sonbahar rengi kadar kızıl.
Yeni olan her şey göze güzel görünüyor; yeni bir elbise, yeni ayakkabı, çanta, koltuk, araba, ev hatta market poşeti bile. Ve takvim. Genelde yeri sabittir, antre duvarlarının olmazsa olmazı. Yeni neslin elektronik ortamdan takip ettiği bir zaman diliminde olsak da, geleneğini devam ettiren kitle çoğunlukta.
Aralık Ayı’nın ortalarını bulmadan yeni takvim, kapı girişinin hemen sağında veya mutfakla salon arasını bağlayan holdeki küçük bölümde, yerinden hiç çıkarılmayan çiviye asılır. O kadar ki, duvardaki çivi her yıl boyanan duvarın rengini almaktan artık bir çividen fazlası olmuş, aksesuar olarak yerli yerinde yıllar yılı bekler. İlk yaprak, yeni yılın ilk günü koparılırken üç yüz altmış beş günün hiç geçmeyeceği sanılsa da, günler ne yazık ki artık üç yüz altmış beş saat kadar kısa. Zaman kimseye yetmiyor. Gürül gürül yanan sobanın arkasına oturulup örgü örülmüyor mesela, ya da kergaha kumaş gerilip iğne işi nakışlar işlenmiyor, komşunun çocuğu yarı mahcup kapıyı çalıp müsaitseniz annemler size gelecek demiyor. Kimsenin çocuğu kapıyı çalmıyor, çalınan kapılar da zaten açılmıyor.
Eline bir gazete, bir kitap almamış annelerimiz bile takvimin sadakatine saygıdan, kutsal bir kitabı korur gibi salonla mutfak arasından geçerken takvimin asılı olduğu yere şöyle göz ucuyla bakıyor. Geride bıraktığı acısını, anısını anımsayarak derin bir nefesle uzanırken, bir sonraki sayfaya zarar vermemek için dikkatlice kopardığı takvim yaprakları ayaklar altında şimdi. İçinde bir ayet olabileceği gerçeği ile yere düşürmemeye dikkat ederken, savurganlık aldı başını gitti. Sırf elindeki bir takvim yaprağını okumak ya da okutmak için oturma odasının en selamet köşesine sırtını yaslayıp, önce ön yüzdeki günün önemini anlatan kısa tarihi yazıyı sonra arka yüzü çevrilip tane tane dikkatlice okunup dinlenirken, zaman o küçük vakitlerimizi bile sessizce çaldı. Zihnimiz kalabalıklaştıkça okuma isteğimiz yok denilecek kadar azaldı.
Takvim yaprağının arkasındaki yazılar okunmak için sabırsızlanılıyorken bir gün sonrasının yemek tarifi, ayeti, günün önemini belirleyen tarihi olay, çocuğa verilecek isim merak ediliyorken, artık kopartılan takvim yaprağı sonra okurum diye tüm ertelediklerimiz gibi bir kaç ay sonrasını gösteren sayfaların arasına sıkıştırılıyor. Bir süre sonra genel temizlik yapılırken sıkıştırdığımız yerden alıp bir de tasarruf olsun diye ayrı poşet kullandığımız atık kutusuna atılıyor. Uyanmak için okuduğumuz kitapları, dergileri, takvim yapraklarını, gazete yazılarını maalesef ki uyumak için okuyoruz. Takvimden bir ayet, çocuğa verilecek isimler, en alta sıkıştırılan yemek tarifleri sadece baskı üzerinde kalıp çöpte yerini alıyor.
Takvimin ömrü baz alındığında, ölümü hatırlattığı, takvimden koparılan her bir sayfanın ömürden eksildiğini düşünemeyecek kadar gaflet içerisindeyiz. Batının oyunu bizi esir almış olsa da bu esaretten uyanık kalarak kurtulmak mümkün. Tek yapmamız gereken, çizgilerimizin dışına çıkmayıp güncel olarak gazeteleri takip edip, kapanmaya hazır bekleyen göz kapaklarımızı açık tutmak.
Ülkemizi yaklaşık iki yılı aşkın zamandır esir alan hadsiz bir virüsün her ne kadar siyasi, ekonomi, bölgesel ve küresel barışın devamı adı altında kurgulanarak oynanan oyunlar olduğunu bilsek de, geride bıraktığımız zorlu bir sınavın başarı ile üstesinden gelmiş olmak temennisiyle yeni yıla yeni ümitlerle, yeni başlangıçlarla, batının oyunlarına gelmeyip uyanık kalma arzusu içinde girmek en önemli temennimiz.