Reklam

SİL BAŞTAN

Hayatın Tadı Kimsenin Damağında Kalmadı. Ne kadar da siyah beyaz oldu şimdi hayat. Caddeler yollar normalleşmeye çalışan insanlarla dolu. Normalleşeceğiz ama unutmadan diyorlar, insan nasıl anlatsın vurulduğu yeri? Uykular küstü bize gülmeye utanıyoruz, uzuvlarını kaybetmiş binlerce kardeşimiz yaşadığına sevinemiyorken. Çok üzülerek yazıyorum çünkü bunlar medyaya yansıtılmayan acı gerçekler. Adının yayımlanmasından çekinen bir depremzedenin yakını ile […]

SİL BAŞTAN
SİL BAŞTAN
Özgül Yaşar

Hayatın Tadı Kimsenin Damağında Kalmadı.

Ne kadar da siyah beyaz oldu şimdi hayat. Caddeler yollar normalleşmeye çalışan insanlarla dolu. Normalleşeceğiz ama unutmadan diyorlar, insan nasıl anlatsın vurulduğu yeri? Uykular küstü bize gülmeye utanıyoruz, uzuvlarını kaybetmiş binlerce kardeşimiz yaşadığına sevinemiyorken. Çok üzülerek yazıyorum çünkü bunlar medyaya yansıtılmayan acı gerçekler.

Adının yayımlanmasından çekinen bir depremzedenin yakını ile yaptığım röportajda iki bacağını ve sağ kolunu kaybeden genç bir polis memuru olan hastalarının üç gün boyunca şehir hastanesinde bekletildikten sonra müdahaleye alınmış olmasından dolayı bacaklarının kesildiğini anlatırken hastalarına keyfiyetten değil yoğunluktan bakılamadığının altını çiziyor. Bu da bizlere felaketin ne kadar büyük olduğunu ve ülke olarak böylesi bir felakete asla hazır olmadığımızı gösteriyor. Haktan gelene eyvallah da hatıraların anıların acıya dönüşüp bir enkaz yığınının altında sessizce ölmesini izlemek; bu bir acı, hüzün, keder değil, bunun daha başka bir adı olmalı, öksüz bir ölüm mesela. Gün doğmadan neler doğar sözü dümdüz bir klişeden ibaret artık.

6 Şubat 2023 04.17’den bu yana gün doğmadan felaketler doğuyor, gökyüzü öfkesini olanca kızgınlığı ile kusuyor.  Gün doğmadan ölüp toprağa gömülüyor. Gökyüzü hala mavi sözcüğü, duygusunu kaybetmiş şiir mısralarında kaldı. Gündüzler gece, geceler kızıl, birbiri arkasına gelen işaretler dudak ucu ile okunup kalben hissetmediğimiz ayetlerin ta kendisi. Bütün umudunu toprağa tohum gibi sermiş bir babanın, annenin, öksüz kalmış bir çocuğun gökyüzü bir daha asla mavi olmayacak. Başka şehirlerde depremi ve sel baskınlarını hasarsız atlatan kişiler olarak uykularımızı kaybettiysek, güneşli bir sabaha sevinçle uyanamıyorsak felaketin mağdurlarına gökyüzünün mavi olduğunu asla anlatamayız.

Sihirli bir değnek olup uzuvlarını kaybeden kardeşlerimin üzerine dokunup o geceyi hiç yaşanmamış kılmayı ne çok isterdim. Ah bir umut rüzgârı olsaydım bütün acıların üzerine eser baharı getirirdim. Çocukluğun en keyifli yanlarıydı, toprağa gömülü taşları kaldırınca altındaki karıncaların kaçışmalarını izlemek, şimdi taşları kaldırmaya korkuyoruz. Her taşın altında bir beden, her taşın altında bir uzuv, her taşın altında acı bir hikâye. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Küçük motivasyonlar anlık mutluluktan ibaret kalacak. Yavrusunu toprağa vermiş bir annenin bağrındaki ateş asla sönmeyecek. Sevgi gösterileri bittiğinde teyzesinin, dayısının, amcasının, komşusunun sofrasına muhtaç bir çocuğun içindeki burukluğu hiçbirimizin görmesi mümkün olmayacak. Ne ucuz diye sorulduğunda birinin evladı diğerine ucuz sözcüğü gelip yerine oturacak.

Deprem ve sel baskınları sonrası, günlük rutinlerimizi büyük ölçüde kaybettiğimiz için hayatımız üzerindeki kontrolü de ciddi anlamda etkiliyor. Uzmanlar bu ağır travmayı günlük yaşama dönerek normalleşmeyi önerseler de duygularımızı, hissettiklerimizi, kaygılarımızı, korkularımızı ifade etmenin yollarını bulmalıyız. Duyguların dışa vurulmaya ihtiyacı vardır. İçimizde tuttuğumuz her duygu daha da yoğunlaşarak katılaşacaktır ve bu da ciddi rakamlara ulaşarak donuk, ruhsuz, hissiyatını kaybetmiş insanların çepeçevre çoğalacağının işaretidir. (Bir yandan yaraları sararken bir yandan da yaraların deşildiğine zaman zaman tanık oluyoruz bu acı bir gerçek. Evladını toprağa vermiş bir babanın çocuğuna ait telefon ile saati ne yazık ki bir kepçe operatörü tarafından babasına satılmak istenmesi içler acısı utanmazlığın bağnazlığın insanlığın öldüğünün çok ciddi bir kanıtı. Manevi değeri olan bir eşyanın maddi bir karşılığı mutlaka vardır diyen içimizdeki hırsızları ayıklamak mümkün değil. Manevi değerlerin çalınması ayrı bir başlık altında irdelenmiş olsa muhtemelen bin sayfalık bir yazı ortaya çıkacak).

Bu afetin bıraktığı travma kişilere göre değişik etkiler bırakacak, üzüntü, kaygı ve öfke çoğunlukta olmak üzere aşırı derecede yalnızlık ve korku etkileri olacaktır. Normalleşmeden anladığımız, sıradan rutin tek düzey ilerleyen bir yaşam iken bu afet sonrasında sadece afeti, sel baskınlarını, yıkımı, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen kişilerin değil onlara uzanabilen veya uzanamadan uzaktan bir TV karşısında izleyen insanların da travmasıdır. Nitekim acılar paylaşıldıkça azalır ama bu acının paylaşıldıkça dağılıp parçalanıp bölünüp içinde küçük bir vicdan kırıntısı olan birinin bile unutamayacağı bir travma olarak kalacağı asıl olan bir gerçektir. Kırık bir bardağın tamiri ne kadar etkili olursa bu travmayı atlattığımızı düşünmekte o kadar etkili olacağına göre en hafif nasıl atlatılır? Cevabını yine uzmanlar veriyor; vücudumuza, zihnimize iyi bakmak, doğru beslenmek, yeteri kadar uyumak ve zararlı maddelerden uzak durmak uzmanların en önemli uyarısı. Zihni diri tutmak için günde en az bir saat sevdiğimiz bir romanı okumak, kırk dakika ile bir saat arası mutlaka açık havada yürümek, öz bakım ve mümkün olduğunca yalnız kalmamak.

Aynı haberin 24 saat izlenmesi de travmayı ciddi anlamda etkiliyor ve arttırıyor. Afet nedeniyle evimizi işimizi sevdiklerimizi hiç vazgeçemeyeceğimizi düşündüğümüz kıymetli eşyalarımızı kaybetmiş olabiliriz, bu kayıpların etkisi tabii ki bir celse de silinemeyecek bu nedenle hayatımızda alışılagelenden farklı ve dahası ciddi değişiklikler olacaktır. Hayatımızı bu değişikliklere göre şekillendirecek olmamız hiç kolay olmayacak olsa da stresimizi ve kaygılarımızı ötelemek adına doğru kararlar almalıyız. Yalnızlık psikolojisi, kadın ve erkek ayırt etmeksizin akabinde getireceği korkular muhtemelen yanlış evlilik kararlarını da çoğaltacaktır bu nedenle ani kararlar almak yerine normalleşme sürecinde daha uzun vadeli mantıklı kararlar almak adına düşünmeliyiz. Depremden etkilenmemiş olsak dahi depresyon stres bozukluğu kaygı hali sürekli değişebilir bunun kolay olmadığı ile birlikte en kolay atlatılabilmesi adına uzmanlar doğada yürüyüş, kitap okumak ve egzersizin altını çizerek öneriyor.