Sevda, öyle bir kavramdır ki kendinde başlar kendinde biter. Yolunun düştüğü yüreklere ya hapsolur ya da esir alır!
Esasen birdir sevda tektir ancak girdiği her kalpte, her dilde, her coğrafyada, her iklimde farklı ve oraya has bir şekle bürünür; değişir, çoğalır, anlamlaşır…
Her sevdanın kendine has bir duygusu, dili, düşüncesi oluşur: kimi kendini ifade etmekten acizlik edip bir sefalete düşerken, kimi ise hitabı ve lisanı ile büyüler, mest eder!
Her sevdanın kendine has bir Habitatı (yaşam alanı), zamanı, mevsimi oluşur: Kimisi boğulur, donar, kurur o coğrafyanın karasal ikliminde kimi ise yapraklanır, çiçek açar Firdevs bahçelerinde.
Her sevdanın kendine hastır aşı, tadı, kıvamı: kimisi şeker-şerbet sunar maşukuna kimi ise zehir-zemberek!
Her sevdanın kendine hastır çehresi, lehçesi, edebi ve sebebi...
Her sevda kendi kabında kalıp tutar, şekil alır.
Sevda var "ateş" olur ısıtır, doyurur Güneş gibi.
Sevda var "yangın" olur yakar kül eder cehennem gibi!
İşte bu "sevda serüveninde" insan insana: Ya can oluyor ya da cellat!
İnsan insana: Ya sebat (istikrar) oluyor ya da kahır!
İnsan insana: Ya sınav oluyor ya da sabır!
İnsan insana: Ya dert oluyor ya da deva!
İnsan insana: Ya yol oluyor ya da yorgunluk!
İnsan insana: Ya yük oluyor ya da yüsra (ferahlık)!
İnsan insana: Ya yâr oluyor ya da yara!
İnsan insana: Ya intizar (beklemek) oluyor ya da isra (gitmek)!
İnsan insana: Ya bergüzâr (armağan) oluyor ya da ahûzâr (inlemek)!
İnsan insana: Ya iftihar oluyor ya da inkisar (kırgınlık)!
Ve insan insanda ya zişan (canlı, şerefli) oluyor ya da ziyan!
İnsan insanda ya "cennet" oluyor ya da cehennem!