Ömür serüvenimizde hayatımıza giren insanlar bizleri varlıkları ve yoklukları ile çetin bir imtihana tabi tutarlar. Kimi Zaman huzur verip etkileyerek, kimi zaman keder verip sarsarak!
Öyle bir girerler ki hayatımıza usulca biz farkına bile varamadan, bizden biri oluverirler içimizde. Dahil ve hakim olurlar adeta hayatımıza. Dostumuz-arkadaşımız, yarenimiz-yoldaşımız, canımız-ciğerimiz... Olurlar!
Ve teşbih gerekirse de öyle bir değerlendirme yaparız ki her birine öyle alırız ömrümüze: kimi zaman bir kitap: Sabahattin Ali'nin "İçimizdeki Şeytan'ı"gibi mesela.
Bir şehir olurlar : "İstanbul" gibi mesela. Renkli, kalabalık ve karmaşık...
Bir içecek: "çay" gibi mesela, demlenip huzur bulduğumuz; içinde, gönlünde. Ve ama soğuyunca içilemeyen, içimizin alamadığı...!
Beşinci bir mevsim mesela: dört mevsimi birden yaşatan insana; ilkbahar gibi can verip tazelik katarken ömrümüze, yaz gibi sıcak ve coşkun bir yangın ile kavuran. Güz kadar hüzün verip kış kadar da üşüten...!
Bir çiçek: "Gül" gibi mesela. Etkileyici kokuları ve renkleri ile huzur verip baş döndürürken dikeni ile can yakan...!
Velhasıl-ı kelam İnsan insanın ömründe birçok şey olur bir çok yer kaplar... Gönlümüze ve ömrümüze zarar sevdalar yaşarız kimisi ile. Gönlümüzün ve aklımızın çetin savaşında yıpranırız. Bir "inkisar" ile yok oluruz. Bir "inşirah " ile sabır dileriz. Bir "isra" ile selamet buluruz.
Ve isra (gitmek) deyip, gideriz ya da göndeririz gitmek isteyeni, gitmesi gerektiği yerde gerektiği gibi. Hikayemizdeki rolü bittiği zaman uğurlarız kendisini.
Gelişi hoş gelse de ömrümüze, gidişleri kuru bir gürültü olur bazılarının, kiminin de fırtına, kıyamet...!
Bizi sarsan gidişler de oluyor giderken, bizi bizden alıp götüren. Bize iyilik yapan gidişler de var farkında olmadan, bizi kendimize getiren. Ve öyle gidişler var ki ömrümüzden, zararı kendine olan, gittiği ile kalan, pişmanlıktan yüreği çatlayan ama dönmeye yüzü olmayan!