Siz hiç Metris’de bir veya bir kaç gece geçirmek zorunda kaldınız mı? Ya da sevdiğiniz biri, oğlunuz, kızınız…
Yıllarca emek verdiğiniz bir yakınınızın bulaştırdığı şer ve alnınıza sürülen lekeden dolayı gökyüzü altındayken bile bütün hayatınızın zindana döndüğü, uzandığınız bütün kapıların yüzünüze kapandığı bir zamanı yaşamak zorunda kaldınız mı? Sonra, bu şerli insan için depolar dolusu ilaçlarda derman bulamayacağı bir hastalığa yakalanıp karanlık odalarda nefessiz kalarak ölmesini dilediniz mi? “Ben bunu yaptım”. Çünkü, eğer bunu ben yapmasaydım omzumdaki melaikeler yapacaktı. Şimdi ne mi yapıyorum. Sabrediyorum, tevekkül ediyorum, seyredeceğim zamanın geleceği o kutlu günü bekliyorum. Çünkü Allah’ın adaletine mahkemenin adaletinden daha çok inanıyorum. Sabahın ilk saatlerinde vezneye ulaşabilmek için gecenin bütün nemini bedenine çekmiş, yaşlılıktan gözlerinin rengi sarıya dönmüş, çalınan yıllarının yüzünde bıraktığı kederle, adına türküler yakılan metrisin uzun alanında kaldırım taşına oturmuş bekleyen yaşlı teyze ile yaptığımız kısa sohbetten kalan.
Bu gün Metris’le ilgili bir düşünce yazısını kaleme almak istedim, beni buna iten gücün sebebi ise hala himen’cilik oynayan ve kazandığını düşünen azınlık sürüsü. Gözlemlerime geçmeden önce Metris’in kısa tarihçesini paylaşmak istiyorum.
Metris cezaevi “Milli Savunma Bakanlığı” tarafından 1981 yılında açıldı, sıkıyönetim döneminde Metris Askeri Cezaevi olarak kullanıldı 1988’de Adalet Bakanlığına devredildi ve Bakırköy Adliyesine bağlı Metris Kapalı Cezaevi olarak hizmet verdi. 50.000 metrekare üzerine kurulmuş olan kurum T1 ve T2 olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Metris Cezaevi İstanbul’un Gaziosmanpaşa semtinde bulunan 12 Eylül darbesinden sonra 1981 yılında açılan cezaevidir. 1980 Darbesi sonrasında birçok siyasi suçlu bu cezaevinde tutuklu kalmıştır. 25 Mart 1988 yılında çeşitli sol örgüt üyelerinden yirmi dokuz kişinin otuz yedi gün boyunca kazdıkları otuz sekiz metrelik tünelden kendi deyimleri ile özgürlüklerine kaçışları “Metris’de büyük firar” başlığı ile isminden çokca söz ettirmiştir. Birçok ünlü ismin de bu cezaevinde tutuklu kalmış olması Nazım Hikmet’in şu dizelerini hatırlatıyor.
Kız olsun, oğlan olsun
Kaç yaşında olursa olsun
Yavrum düşmesin istiyorum hapislere
Güzelden, haklıdan
Barıştan yana diye.
Kişi, hak, özgürlük, değer yargılarımız, yoksun ve yoksulluk. Yer Metris Cezaevi 15.03.2021 sabah dokuzda UYAP’ta sistemin çökmüş olması sadece ayazda ince ceketlerle sıra bekleyen gözünün feri kalmamış bir gurup anne ile bir kaç babayı deyim yerindeyse kaderdaşları derinden etkiliyor. Tutunacak herhangi bir koruma dırabzını olmadığından (ki bunlar sistemin not edilmediği için yerine getirilemeyen hizmet eksikliği, hizmet kalitesinin kalitesiz yerlerde işlemediğinin önemi) ellerindeki market poşetlerine yaslanmış açılacak olan aslında açılmama ihtimali daha yüksek olan veznenin içindeki memurların rahatından hiçbir ödün vermeden cam bardakta buharı tüten çaylarını yudumlamalarını izliyorlar. Sıradaki kuyruğun onlarca metre uzaması kişi hak ve özgürlüğün bir tık gerisinde. Aynı sayılardaki başka bir insan kalabalığı da, bazılarının gözlerinde utanç, bazılarının çaresizlik, tutuklularına para yatırmak için kapalı veznenin önünde bekliyorlar. Ellerinde kimlik kartları, mahkumlarının kaldığı koğuşun adresi bulunan örselenmiş kağıt parçası, 100 tl’nin üzerine çıkmayan paralar.
“Söz ince narin bir örtüdür” cümlesini yeniden anımsatan dış kapıdaki ilk girişte hes kodu sorgulaması yapan jandarmanın kibarlığı ve nezaketi gözden kaçmayacak kadar içini ısıtıyor insanın ve Sezai Karakoç’un şu dizesini akla getiriyor. “Şükür ki insandan insana fark var”.
Bir gözlemci olarak katıldığım, birkaç saat ancak tahammül edebildiğim 15.03.2021’de Metris cezaevinin önündeki adına türküler yazılan “uzun alandan” geçip, kaç ananın, eşin, gözlerinde yaş biriktiren bekleme salonunda tanık olduklarımı özetle aktaracak olursam; bu sabah dokuz sıralarında UYAP çökmüş, UYAP’ın çöküşü, ellerinde birkaç üst baş sıkıştırılmış market poşeti ile bekleyen annelere, belki Adliye Sarayı’nda da işlerin aksamasına neden olmuşsa da, sabah dokuzda çöken sistemin yaklaşık 14.30 olmasına rağmen hala gelmemiş olması ve yetkililerin yeterli bilgiyi vermeden tek kelime ile gelmedi deyip vezneyi kapatmaları, on dakika arayla sistemin gelip gelmediğini, evinin çok uzakta olduğunu, giderse bir sonraki haftaya kadar gelemeyeceğini bilen yaşlı anne, kah olduğu yere veznenin hemen dibine diz çöküyor kah karşıdaki bekleme odası adı altında üzeri alüminyum saçla çevrilmiş içeride yabani arı sürülerinin vızır vızır uçuştuğu tahta bankın üzerine oturup gözünü vezneden ayırmıyor.
25.10.2022 Metris de soğuk bir Ekim sabahı. Göz renginin sarıya döndüğünü gördüğüm yaşlı anne, akşam dörde kadar sistem gelse bile elindeki poşeti alamayacağını söyleyen veznedeki görevli infaz memuruna göz kapağını kaldırmadan baktı, arkasını döndü, usul adımlarla metrisin önündeki “Uzun Alan’dan” yürüdü, gözden kayboldu. Acılar dilsizdir. İnsanların uzaya sperm gönderdiği çağdaşlık adı altında unutulan değerler, haklar, bir mahkum yakınının elinden hiç bir şey gelmeden geldiği iz üzere omuzlarını çökertip gidişi hangi güveni tetiklerse, himen’ler zaferi kazanmanın onuru içerisinde ırkçılığın başka versiyonu olan sınıf ayrımcılığını yapmaya devam edecekler. Kaliteli çalışmalar, yıllar geçse de kalitesiz yerlere pek uğramayacak.