Anne, eş, evlat… Güneşin pırıltılarını ruhuna nakşetmiş kadın, iyisin umarım? Bugün ne güzellikler kattın dünyaya? Nerelere koştun, koşuşturdun? Bereketli elin hangi hayırlı işlerde gezindi? Hakkını verebildin mi ayaklarına serilmiş cennetin? Sen ki ellerin ekmek kokar, geleceği yoğurursun nesil nesil avuçlarında. Sen ki annesin vatana armağan yiğitler doğuran. Sen ki gözlerini çevirsen harama bir ev yıkılır, bir aile, bir gelecek, bir ülke. Cennetin anahtarını gezdirirsin merhametinde, şefkatinde.
Bu yazılanlar sana; gözleri, umudu ışıl ışıl olan kadın. Yorulduğunu duyuyoruz bazen, hayat telâşında yıprandığını. Etrafın karardığını, yolunu kaybettiğini… Ama sen GÜÇLÜSÜN! Güneş her sabah senin içinden doğar, ışığın sende, yolun sende. Sende aydınlanır nice mahzun gönül. Sen, başka güneşler bekleme, umudunla, inancınla aydınlat karanlık yollarını. Her sabah güneş ile birlikte yeniden doğ, diril. VAZGEÇME! Sen vazgeçersen, cennetin anahtarı paslanır ruhunun kuytu köşesinde. Her gün aşkınla parlat onu. Aşk demişken, sev… Sevmek en çok sana yakışır… Yaptığın yemeği, açtığın kapıyı, baktığın yüzü sev… Okuduğun kitabı, yırtık çoraplarını, kırık tarağını sev… Sırı dökülmüş aynaya her baktığında Yaradan’ın sana emanetini sev. AYAĞA KALK; her düştüğünde… Yaralarınla oyalanmayı bırak. Yaralarını sev; kabuk kabuk seni sarmalayıp güçlendiren yaralarını sev.
Sen seversen, işini, aşını, yolunu, yorgunluğunu, işte o zaman “kadın eli değmiş” derler. Senin kalbinin nazik ahvâli, incelik katar dünyaya. Sen kırılma diye ince ince dokunur her iş, esmez şiddetli rüzgârlar. Sen bu nazenin halinle GÜÇLÜSÜN… Gücün; tatlı dilinde, tebessümünde, merhametinde, anneliğinde…
İslam, kadını sultan eyler, başa tac eyler, gülistan eyler… Bunların hepsi senin imtihanlarından gelir, gücünü kullanabildiğin ölçüde, arkanı dönüp gitmediğinde, vazgeçmediğinde, kötüye, yanlışa, harama meyletmedikçe sen sultansın, gülistansın…
Yaradan, seni de cennet vaadinin hakkını verenlerden eylesin…
Dünyanın Gülistan’ına
Sevgilerimle…