Reklam

HASTALIKHANEDEN ŞİFAHANEYE ŞEHİR HASTANELERİNDE DEVRİM

Şimdi bir yoğun bakım ünitesi düşünün. Soğuk bir yatak, sayısız kablolar, nabzımız dahil bütün değerler için sürekli dıt sesi çıkaran makineler. Yakın tarihe kadar sağlam girip hasta çıktığımız mikrop yuvası hastaneler hayatımızdayken, yedi yıldızlı otelleri sollayıp geçen şehir hastaneleri, gerek güler yüzlü sağlık personelleri, gerek gözle görülür hijyen temizliği ile ciddi ve gerçek anlamda şifa […]

HASTALIKHANEDEN ŞİFAHANEYE ŞEHİR HASTANELERİNDE DEVRİM
HASTALIKHANEDEN ŞİFAHANEYE ŞEHİR HASTANELERİNDE DEVRİM
Özgül Yaşar

Şimdi bir yoğun bakım ünitesi düşünün. Soğuk bir yatak, sayısız kablolar, nabzımız dahil bütün değerler için sürekli dıt sesi çıkaran makineler. Yakın tarihe kadar sağlam girip hasta çıktığımız mikrop yuvası hastaneler hayatımızdayken, yedi yıldızlı otelleri sollayıp geçen şehir hastaneleri, gerek güler yüzlü sağlık personelleri, gerek gözle görülür hijyen temizliği ile ciddi ve gerçek anlamda şifa dağıtmaya başladı.

Bu yazıyı hazırlamak için “Çam Sakura Şehir Hastanesi’ni” tercih ettim çünkü eski hastanelerin yoğun bakım ünitelerini az çok hemen hemen herkes bilir. Kendim şahsen önce annem bir yıl sonra babamı yoğun bakımda ziyarete gittiğimde, (ki yoğun bakımın yoğun ilgisizliğinden ikisi de öldüler) o çoklu yatak sistemini, hastaların bakımının diğer hastanın gözleri önünde yapılması, doktor vizitesinde hastanın vahamiyet durumunun diğer hastalar tarafından da duyulması ciddi anlamda korkunç. İnsan iyileşecekse psikolojik olarak bile belini doğrultamadığı gibi ölüme hazırlıyor kendisini. Kim istemez ki hastaneye gerek kalmadan, ailesinin yanında, kendi evinde, hiç yatağa düşmeden huzurla ölmeyi. Kaç yaşında olursa olsun her ölüm biraz erkendir ama yaşamın doğum kadar gerçeği olan ölümden kaçmak imkansız. Şimdi bu yazımda gayem iç karartmak değil emeğin hakkını vermek.

“Çam Sakura Şehir Hastanesi’nde, yoğun bakım ünitesi zihnimizdeki kalıntının aksine tek kişilik odalar. Bir hasta diğer hastayı görmediği gibi, haftada iki gün olan ziyaretlerde de hasta yakınları diğer hastalarla gerek içeriden gerekse dışarıdan herhangi bir enfeksiyon da dahil gürültü, konuşma, fısıltı bile olsa rahatsızlık vermemiş oluyor. Yoğun bakım ünitesinde hastalar bir haftadan fazla kalıyorlarsa süzgeçli özel tasarlanmış sedye ile hasta yıkama banyolarında hiç yerlerinden kaldırılmadan hasta yakınlarından birinin de desteği ve gözetimi altında hastalar banyo yaptırılıp tıraşa ihtiyacı olanlar tıraş ediliyor. Saçları taranıyor, elleri, yüzleri kremleniyor. Gogoş bir kadının kaşlarımı da alın dediğine şahit bile oldum ve hemşirenin o gogoş kadının kaşlarını alıp kulağına kısık sesle şarkı mırıldanarak saçlarını tarayıp tepesinden küçük, renkli bir lastikle bağladığına tanık oldum.

“Sevginin ve gülümsemenin iyileştirici bir yanı olduğuna inananlardanım”.

Çok değil, bir kaç yıl önce özel bir hastanede yoğun bakım ünitesine girerken izolasyon elbisesi, bone, maske, eldiven takıldığından beni hastane çalışanı zanneden bir hemşire ve hasta bakıcı, ziyaretine gittiğim hastanın hemen yanı başındaki hastaya lağman yapmak için gelmiş, bunu aradaki perdeyi çekmeden yapmışlardı. Yaşlı amca utandığı için rengi değişmiş, hemşire alaylı, müstehcen, soğuk bir espri ile sesli kahkaha atınca, yaşlı amca, hiç mi anne baba terbiyesi almadın demişti. Günlerce o görüntü ve ukalalık aklımdan çıkmamış yoğun bakım ünitesinin insanları iyileştiren bir yer değil de, biran önce öldürdükleri, gereksiz ışık yığınlarının toplandığı soğuk bir yer olarak kazınmıştı zihnime.

Şehir hastanelerinde, tam tersine hemşireler hasta ile ne kadar özenli ve dikkatli ilgenirse, hastanın durumu ne kadar çabuk ilaçlara ve bakıma tepki verip iyileşirse, bakımı üstlenen hemşirelere puan veriliyor. Her ne kadar, kat hemşiresinin görevi hastalarla birebir ilgilenmek olsa da daha önceki gözlemlemelerimden tecrübe edindiğim kadarı ile bu uygulamanın teşvik edici olduğu kanısındayım. Hemşire gereken bakımları yaptıktan sonra hastaları kendisine ayrılan bölümdeki kapalı kabinden ekranda sürekli izliyor, acil olası bir durumda hızla müdahaleye koşuyor. Her şeyden önce, çoklu yatak sisteminin aşılmış olması hasebiyle yedi yıldızlı bir otel odasını andıran şehir hastanelerinin hizmeti, hastayı manevi yönden rahatlatıyor. Her sabah ve akşam düzenli rutin olarak alınan kan, başka binalara insan gücü ile taşınmıyor, hemşire bankosunun olduğu bölümden katlar arası döşenen boru yardımı ile tüpler yerleştirilip bekletilmeden laboratuvara gönderiliyor, analizi yapılan kanlar doktorun sayfasına yükleniyor, doktor ekranından hastaların değerlerini an be an takip edebiliyor.

Acil kan lazım olduğunda talep açılarak yine bu son sistem borular aracılığı ile aranan kan istenilen kata yönlendiriliyor.  Doktorların hastayı sanki bir yere yetişecekmiş gibi acele ile değil de sabırla, kulak arkası etmeden, aileden birisi gibi hissettirerek dinlemeleri bile bir motivasyon oluyor. Her ne kadar bu hizmetleri görmezden gelmeye çalışan bir kitle olsa da, ülkemiz adına bu hizmetler gurur verici. Gönül ister ki, ne hastalık olsun ne de hastanesizlik.

En kalbi duygularla bütün okurlara sağlıklı ömürler dilerim.