Kimsenin kimseye üstünlüğü olmayan ve aslında kalıcılığı olmayan fani bir dünya için çocuklarımızı birinci gelmesi gereken bir yarışın varlığına inandırıp, anne babalara göre sıradan bir nasihat gibi gelse de çocuklarımızın üstünlük, üstün görünme, üstün olma güdülerini baskılıyoruz. Özlü sözlerle sürekli aşağılanmışlık hissi verilmesi, meslek seçiminde üst düzey önerisi yaptığımız hatalardan en acımasız olanı. Çocuğun neye eğilimi var ise onu saygı ile karşılayıp, anne baba olarak desteğimizi iğneli sözler yerine, seçimine özendirmeliyiz. Çocuklar, son aşamaya varıncaya kadar defalarca meslek değişimi yapacak, girdiği ortam, ya da izlediği bir film, okuduğu bir kitaptan bile etkilenecek hassas bir ruha sahiplerken bizler anne baba olarak dayatmada bulunmak son derece yanlış ve ters etki yaratacaktır. Kaldı ki, yaşam nazarında bir tek üst düzey değil, aşçısından bulaşıkçısına, oto boyacısından tamircisine, tesisatçısı, hatta ayakkabı tamircisine ve temizlik işçisine varıncaya kadar bütün meslek gruplarına ihtiyacımız var. Örneğin işten dönerken mutlaka bir fırına girip ekmek, manavdan meyve sebze alırız dolayısı ile bu ekmeği sadece ekmek yapan ustalar tarafından meydana getirilmiş olması imkansız, bir de üretim aşaması var. Tarla sürülecek, buğdaylar yetiştirilecek, öğütülecek. Bütün bunları mantık kavrayarak düşündüğümüzde çocuklarımızı önce insan olarak yetiştirmek gereği önceliğimiz, meslek seçimi kendi elinin yatkınlığı, ilgi alanı, gücünün ve beden sağlığının kaldırabileceği olan seçimler olmalı. Biz anne babalara düşen en önemli görev, vatana, millete hayırlı, vicdanlı, gelecek bir nesil yetiştirmek durumundayız. “Ergenliğin yeniden doğmak “olduğunu unutmamalıyız ve tabii hiçbir doğum sancısız olmaz. Onlarla doğru iletişim kurabildiğimizde problemsiz bir şekilde kazandığımızı görürüz. Kaybetmek bir cümleye bağlıyken, kazanmak bir tebessüme bağlıdır ve tebessümün iyileştirici yanı olduğunu unutmayalım. Bir öğretmenin, erkek bir öğrenciyi nasıl etkisi altına aldığını kısa bir örnekle sunmak istiyorum. Üç gün üst üste aynı öğrencinin sakal traşı olmadığını fark eden öğretmen kırıcı olmamak adına koridorda bekliyor, derse giren öğrencileri tek tek yanına alıp sakal kontrolü sırasının kendisine verildiğini söylüyor, başarılar dileyip sınıflarına gönderiyor. Üç gün tıraş olmayan gence sesini yavaşlatarak yarın tıraşlı gelmesi için uyarıyor. Çocuk, yarın bir doğum gününe katılacağını, süt oğlan gibi gitmek istemediğini söylüyor. Öğretmen, Yarın da idare ederse bir sorun yaşamayacağını, soran olursa kendisine yönlendirmesini söyleyip genci sınıfına uğurluyor. Genç sınıfa girdiğinde, şu bizim edebiyatçı diyor on numara kral adam. Dolayısıyla gençler akıllarına takılan her soru için edebiyatçı ile fikir alışverişi yapabiliyorlar. Kazanmak bir tebessüm kadar kolay, paha biçilemeyecek kadar değerli. Onların, ergenlik döneminde bize ne kadar uzak kendi dünyalarına kapandık larını düşünsek de, aslolan bize en çok ihtiyaçları olduğu kritik ve duygusal bir dönemden geçtikleridir. Onların başkaldırmaları, dışavurumculukları, asi, söz geçirilemez halleri bizim yaklaşım ve tutumlarımıza göre aniden bir balon gibi sönüt gidebilir. Birey olma sancılarını, anne baba olarak bizler iyileştirebilir, onları baskı altında olduğunu hissettirmeden takipte ama biraz kendi haline bırakmış gibi davranmak, aldığı kararların da kendi seçimi olduğuna inandıracaktır. “Hiç bir çocuk, zorunda değildir”. Mühendis olmak zorunda değil, doktor, hakim, savcı. İyi bir yaşam içinde olmalarını istiyorsak, bağımsız, dürüst, vicdanlı insanlar olmasını bekliyorsak, onları yarış atı gibi koşturmak yerine doğayı, hayvanları, şükrü, Eda’yı, kendimiz örnek olarak göstermeliyiz. Onun adına karar almaktansa onun alacağı kararlarına fikir üretip son kararın yine onda olduğunu bildirmek gerekir. Başaramadıklarını yüzüne vurmak yerine, başarabildiklerini pekiştirebilmesi için güçlendirilmelidir. Emir cümlelerinden ziyade rica cümleleri kullanmak daha efdaldir. Çocuğumuzla iletişim kuramıyorsak, eleştirmekten çok dinlemeli, anlamak İstediği dilde konuşmalıyız. Ortak ilgi alanları oluşturup onu kazanmaya çalışmalıyız. Bütün bunları yaparken çocuk kendini annesinden babasından Üstün görmeyecek, evde kimin çocuk, kimin ebeveyn olduğunu anlayacaktır. “Çocuklarımızın geleceğe dikilen tohumlar” olduğunu unutmamalıyız. Onlar, kafasının içi doldurulacak kap değiller, ihtiyaçları nasihat değil güçlü bir örnektir. Onlara vereceğimiz en değerli miras, kökleri ve kanatlarıdır.